1 Haziran 2015 Pazartesi

KARŞINIZDA BARIŞ YILDIZ

“Minicik bir balon daha açılsın diye her şey…”
Kendisini İŞLER GÜÇLER’den de tanıyoruz, Kardeş Payından da, Düğün Dernek’ten de. Daha da bu ekiple beraber çok göreceğiz gibi. Barış Yıldız’dan bahsediyorum. Nisan ayında Moda Sahnesi’n de, “Köpek,Kadın,Erkek” oyunuyla sahnedeydi. Bu oyun da ona Caner Cindoruk ve Zamire Zeynep Kasapoğlu eşlik etmişti. Kemal Aydoğan’ın yönettiği ve Sibylle Berg’in yazdığı bu oyunu izleyenleriniz varsa çok şanslı. Çünkü oyun çok çarpıcı ve günümüz ilişki anlayışını güzel ti’ye alıyor. Barış Yıldız, samimi, bayağı konuşkan biri. Anlatmayı ve konuşmayı seven biri ile röportaj daha bir başka oluyor. Bir oyun öncesi tüm içtenliği ile vakit ayırarak sorularımı cevapladı.  Röportajdan bir hafta önce oyunu izlemiştim. Tadında, komik keyifli bir oyundu. Oyuncuların sıcaklığı sahneye de yansımış. Barış Yıldız zaten çok sıcak biri. Onunla neredeyse her şeyden konuştuk o da seve seve bize anlattı. Kardeş Payı sevenler için kara haberi de doğruladı. Ne yazık ki bitiyor dizi ama Barış Yıldız’ın da dediği gibi “Nasıl olsa yeni bir işte buluşuruz”… Ne olur kısa zamanda buluşsunlar diyor ve sizi Barış Yıldız’la baş başa bırakıyorum.

Karsı Komsunun Kızı


“Minicik bir balon daha açılsın diye her şey…”
    Öncelikli merhaba, internetteki bilgi kirliliğini gidermek için hemen soruyorum. Nerelisiniz?
-Baba Tarafı Diyarbakır, anne tarafı Bulgaristan. Ben İstanbul’da doğdum büyüdüm ikisine de yabancıyım. Diyarbakır’ a da neredeyse dört kere gittim hepsi de yakın zamanlarda. Ben doğma büyüme İstanbulluyum ama nüfusumda  Diyarbakır olarak yazıyor. Kürtçe bilmiyorum ne yazık ki. Bir kuşağın sonrası çocukları olduğumuz için ve bu kuşağın çok gözü korkutulan insanlarının çocukları olduğumuz için Kürtçeyi bilmiyorum ama köyüme gittim. Halamla, büyük halamla, amcamla falan tanıştım. Çoğu çocuk beni turist zannetti hatta, şapkam, gözlüğüm, fotoğraf makinem ile (gülüyor) İngilizce falan konuştular, dedim ben Diyarbakırlıyım. İnanmadılar. Köken bu.
 Eğitim? Yine bir bilgi kirliliği var internette.
-99 girişli-2003 çıkışlı Mimar Sinan Devlet Konservatuarı mezunuyum. Hemen ardından  Bahçeşehir Üniversitesi Yüksek Lisans var, İleri Oyunculuğun ilk açıldığı sene girdim. 2 sene yaptım Eğitimim bu.
Peki neden yüksek lisans yapmayı istediniz? Akademik olarak da bir oyuncu kendini desteklemeli mi?
-Bu konuda biraz tatmin edici bir cevap olmayabilir ama Yüksek lisans getirilerine hakim değildim.Neye yaracağına bilmeden aslında girdim. Ben yararları değil de daha çok hocaları ile ilgiliydim o dönem. Haluk Bilginer ile akademik bir şekilde ders görme şansı vardı. Ezel Akay ile kamera önü oyunculuk dersi vardı ki kendisi çok sevdiğim yönetmenlerden biridir. Yaptığı işleri çok büyük bir hazla izliyorum. Demet Akbağ komedi hamuru için bir oyunculuk dersi veriyordu haftada dört saat. Böyle hocalar beni çekti o bölüme. İşin derinine, kuyunun dibine inmek için bu bölüme girdim. Akademik boyutu ile çok ilgilenmedim.
-Peki Selçuk Aydemir ile yollarınız nasıl kesişti?
-Çok komik. Ben işsiz güçsüz bir oyuncuyum o zamanlar, Tv’den bahsediyorum, iyice umutlarımın kaybolduğu bir dönem, tiyatro yapmaya devam ediyorum, biraz da piyasanın koşullarını çok iyi bilmeyen hala da bulaşmak istemediğim bir devran dönüyor orada, ona çok bulaşmak istemem ama o dönem iyice de uzağım bu bahsettiğimiz İşler Güçler öncesi, dört sene önce yani. Diziye yeni girecek bir karakter için odiyşın vardı, gelen odiyşın parçasına baktım. Çok ilginç. Çok oynamak istedim. O kadar güzel kıvrak bir dille yazılmıştı ki. Gördüğüm şeylere benzemiyordu, gerçekten hiç benzemiyordu. Deneme parçası geldi 3 sayfa, o dönem Tv ile hiç alakam yok, diziyle de ilgili değilim sonra oturup açtım neymiş bu İşler Güçler diye ilk bölümden izlemeye başladım. Deliler ya!(Gülüyor)Komedinin bambaşka bir boyutunu yakalamışlar. Aynı dünyaya farklı pencerelerden bakan delilerin işi. Sonra odiyşına gittim bir arkadaşımı da götürdüm. 1 telefonla konuşma sahnesiydi. Telefonun karşı seslerini benim arkadaşım verdi, kameranın arkasından sağolsun. Ben de kameranın önünde istediğim gibi eğlendim. Klasik bildiğimiz odiyşınlar gibi değildi. Aynı şeyin 9 farklı versiyonunu yaptık.Eğlendim. Selçuk’da bu eğlenceyi gördü. Sonrası da onun bakış açısından anlatayım, izlemiş ve a bu bizim Barış demiş. Biz Selçukla Süleyman Nazif Lisesi’nde beraber okumuşuz. Ben o zaman hatırlamıyorum bunu. O teknik lisede, daha akıllıların, usluların olduğu yerde biz devlet lisesi tarafında daha itilmiş, kakılmış, daha böyle hayatı Cengiz Kurtoğlu, sigarası olan var mı kısmında takılan liselileriz. Ben 1 oyun oynamışım lisede saçma sapan bir muhtar rolü. Edebiyat hocam bu işe başlamam nedenlerimden biri, ben bilmiyordum bu işin bir okulu olduğunu. Duyunca çok şaşırdım, bunun üniversite bazında olduğunu duyunca. Çıkmadan önce hocama dedim ki “ ben istediklerimi yapabilir miyim?”  Salon da çok kalabalık, insanları güldürmeyi çok severim. Oyun da çok dandik bir oyun, komedi yapabilir miyim dedim. Hocam da “yap oğlum” dedi. Ben sahneye çıktım eğlendim. İzleyenler arasında Selçuk’da varmış. Öyle tanıştık. Dedi sonra “ Sen beni hatırladın mı Süleyma Nazif’ten?” diye, dedim hiç hatırlamadım. İşler Güçler de çok güzel bir uyumumuz oldu Selçuk’la ki hala da devam ediyoruz, kendisi de çok güzel fikirler verdi bana hep. İyi ki de tuttu. Arkadaş bazında. Bunların hiçbirini iş olarak görmüyorum! Benim için arkadaşlık biriktirmek gibi bir şey.
O zaman siz nasıl buluyorsunuz Türkiye’de Tv’de ki komediyi diye sorayım?
-Hep uzaktım bu piyasadan ama 4 sene içerisinde tekrardan girdim. Çok yönlü de düşünmeye başlıyorsun o zaman. Yapımcı ya da kanal sana 1 şey dayatıyor, diyor ki 120 dakika olacak.Bu çok kötü bir şey yaratım süresince. 120 dakika olan bir şey sürer, uzar, gevşemeye başlar kalitesini yitirir. Ama 60 dakika daha konsantre ve sıkı bir iştir. Farkettiysen sadece matematiğinden bahsediyorum ama bu bile işin içeriğini o kadar etkiliyor ki, dünya üzerindeki örnek işlere bakarsan 35 dk, en uzun 55 dk ki o da 6 ay hazırlanmak sonraki 6 ay çekiliyor falan böyle. Sadece teknik şeyden bile içerik değişebiliyor. Komedi bazında da ben Türkiye’nin   bir batağa saplanmış olduğunu düşünüyordum. Bir algı batağına. Bir yer de kalmış gibiydi komedinin nabzı. Mesela Cem Yılmaz da bence Türkiye’nin bu komedi algısını ilk çalkalayan, kıran adamlardan biridir. Katkısı çoktur. Karikatüristler var işte çok güzel, Umut Sarıkaya, Yiğit Özgür’ de komedi algısını pataklayanlardan. Bu bayrak da böyle sanırım elden ele dolaşıyor, bir sıçrama yapması gerekiyordu ve bir anlayış sıçrama yaptı Selçuk Aydemir ile beraber. Onların yeteneği ve zekası ile sıçradı.
Lafı gelmişken Kardeş Payı ne alemde?
-Dün son bölüm son sahneyi çektik. Neredeyse üzülmedik. Kardeşim görüşürüz nasıl olsa dedik. Bizim için yeni bir iş gibi. O kadar çok günü saati değişmesine rağmen reytingler iyi. Bile isteye bitiriliyor iyi giden bir şey, seyircinin sahip çıktığı bir iş. Ama buluşacağız diyoruz.
Lütfen buluşun da. Genel bir soru soracağım, Türkiye’de oyuncular fiziki çirkinleşmekten korkuyor gibi geliyor bana. Kardeş Payı gibi yapımlar bunu da aştı gerçi. Ama toplumun genelinde de hakim olan herkes aynı olsun dayatması, herkes iskelet olacak, yaz geliyor sıfır beden, baklava, kaslar bunlar artık duymaktan yorulduğumuz dayatmalar. Bu dayatmalar dizilerde de dayatılıyor izleyiciye, hatta oradan topluma geçiyor. Estetik olmasa da herkes kas ve sıfır beden yığınına katılacak. Bir oyuncunun bundan korkmasını nasıl buluyorsunuz, aman kilo almayayım çirkinleşmeyeyim…
-Çok güzel bir mavrayı, keyfi kaçırıyorlar derim. Çok daha rahat bir yer var ki, oyuncu çirkinleşebilmeli, pisleşebilmeli, oyuncu kendini bozabilmeli. Çirkin olmak dünyanın en güzel şeyi. Hele doğru ekip, doğru buluşma ile çok güzel. Benim de var canım öyle dertlerim
Kimin yok ki artık çevremiz de...
-Ama neden koca yazı kaçırayım. Ucuzundan bir 2. El motosiklet alsam, maxi scooter falan, onla böyle gidelim gezelim, benim hayallerim bunlara dair yaz diyince. Yoksa bana ne baklava yapmakla koca yazı niye kaçırayım. Oyunculuk içinde geçerli bu niye kaçırayım önümdeki fırsatı. Kaşım ve gözüm için.
Katılmamak elde değil. Şimdi biraz da size özel sorularım var, Oyun Atölyesindeki performanslarınız aynen  bu oyun gibi -Köpek,Kadın,Erkek’ teki gibi hala konuşulmakta. Peki Barış Yıldız’ın izlemekten keyif aldığı performanslar neler?
-Bir hafıza çaresiziyim. (düşünüyor) Şu an da biz bunları konuşurken yan salonda Çağlar Çorumlu sahnede. Bir ateş topu Çağlar sahnede, onu izlemek müthiş bir keyif.Tehlikeli Oyunlar’ı izledim yakın zaman da, Erdem müthiş,
Aa evet ben de izlemiştim, gerçekten çok güzel bir performans sergiliyor o oyunda Erdem Şenocak…
-Aynen, Erdem Şenocak ya, o da öyle bir delilik ya. Var daha da, Allahtan da var, olsun da, sinemada da çok sevdiğim oyuncular var, bir sürü oyuncu var.
Peki oyuna gelelim. Oyunda bir sürü replik tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne, köpek sağolsun… Köpek,Kadın,Erkek teki gibi köpekler olsa hayatımızda belki oyundaki replikteki gibi yanlış hayatlarımızı doğru yaşamaya zorlamayacağız .
-Tüm samimiyetimle söylüyorum, gelişime ya da değişime inanmasak bu işi yapmazdım zaten. Yoksa kendi kendimize eğlenir dururduk. Akan ve ilerleyen bir şey. Bir farkındalık perdesi açılsın diye, minicik bir baloncuk daha açılsın diye her şey. Ben Barış olarak, Caner (Cindoruk) kendi olarak geldiğinde gözlerimiz çok açıktı. “Aaa bu 22. Sayfa beni anlatıyor” dedik mesela. Yani kendimizle örtüşdü. Oyuna daha rahat adapte edebildim kendimi. Oyuna gelebilenler için de bir köpek var hayatlarında bir saatliğine şahit olabilecekleri. Ve insanlar garip şekilde kabul görmeye de başladı, gelen herkesin köpeğiyim(gülüyor) gönlümüz açık gelen herkesin kulu köpeğiyiz (gülüyor) Bir saatliğine onların köpeği olmaya razıyım ben.
Kadro nasıl bir araya geldi?
-Burada süreç şöyle işliyor yaz dönemine girdiğimizde bir tatil yapıyoruz 15-20 gün, dönüyoruz, yeni oyunlar ne olur, oyun araştırma süresi, sonra oyun üzerine konuşuyoruz teknik süreç bu. Onun haricinde Zamire (Zeynep Kasapoğlu) ile Kemal Abi’nin (Aydoğan; Yönt.) önceden bir tanışıklığı vardı, Zamire ile tanışmamız öyle, Caner’i (Cindoruk) zaten biliyordum Oyunculuk Atölyesi’nden beri. Birkaç kişi denendi olur mu falan diye. Öyle. Sonra da provalara başladık 1.5 prova süresi masa başı falan da dahil. Öyle yani.
Peki neler izlersiniz?
-giderek daha fazla izliyorum. Babamın uyarısı o da, ben izlemem derken babam “ Oğlum senin işin bu” dedi, o zaman ben de bir şey patladı. Evet doğru dedim. Uğraştığım şeyle daha çok ilgilenmem lazım dedim ve izledim. Derdi olan her şeyi severim, bu derdi kıvraklıkla anlatan her şeyi severim. Yakın zaman da üzüldüğüm akıbetini bilmediğim Beş Kardeş çok sevdiğim işlerden biriydi. Sinemada da yeni çıkan her şeyi takip etmeye çalışıyorum. Burada (Moda Sahnesi) başka sinema diye bir şansımız var. Boşta kaldıkça onlara gideyim diye değerlendiriyorum.
O zaman bir de en son ne okudunuz diye sorayım?
-Bir öğrencim İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nın resimlisini gönderdi. Zaten sevdiğim bir kitaptı, hemen onu da okudum. Onun dışında Kemal Abi( Aydoğan, Yönt. )ile bir iddamız vardı oradan aldığım, beş tane kitap hediye etti. Bir de Selçuk Aydemir’in hocamızın kitabı var, Mahalleden Arkadaşlar’ı okudum. Yarında uçak bileti aldım Akyaka’ya gideceğim  annemin yanına, yanıma 2-3 kitap aldım, artık onları da orada okurum.
Çok teşekkür ediyorum tüm samimiyetin için, senin eklemek istediğin son bir şey var mı?
-(düşünüyor) Yok, keyifle yaşasın herkes.

Karsı Komsunun Kızı





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder