“Minicik bir balon daha
açılsın diye her şey…”
Kendisini İŞLER GÜÇLER’den de tanıyoruz, Kardeş Payından da,
Düğün Dernek’ten de. Daha da bu ekiple beraber çok göreceğiz gibi. Barış
Yıldız’dan bahsediyorum. Nisan ayında Moda Sahnesi’n de, “Köpek,Kadın,Erkek”
oyunuyla sahnedeydi. Bu oyun da ona Caner Cindoruk ve Zamire Zeynep Kasapoğlu
eşlik etmişti. Kemal Aydoğan’ın yönettiği ve Sibylle Berg’in yazdığı bu oyunu
izleyenleriniz varsa çok şanslı. Çünkü oyun çok çarpıcı ve günümüz ilişki
anlayışını güzel ti’ye alıyor. Barış Yıldız, samimi, bayağı konuşkan biri.
Anlatmayı ve konuşmayı seven biri ile röportaj daha bir başka oluyor. Bir oyun
öncesi tüm içtenliği ile vakit ayırarak sorularımı cevapladı. Röportajdan bir hafta önce oyunu izlemiştim.
Tadında, komik keyifli bir oyundu. Oyuncuların sıcaklığı sahneye de yansımış.
Barış Yıldız zaten çok sıcak biri. Onunla neredeyse her şeyden konuştuk o da
seve seve bize anlattı. Kardeş Payı sevenler için kara haberi de doğruladı. Ne
yazık ki bitiyor dizi ama Barış Yıldız’ın da dediği gibi “Nasıl olsa yeni bir
işte buluşuruz”… Ne olur kısa zamanda buluşsunlar diyor ve sizi Barış Yıldız’la
baş başa bırakıyorum.
Karsı Komsunun Kızı

“Minicik bir balon daha
açılsın diye her şey…”
Öncelikli merhaba, internetteki bilgi
kirliliğini gidermek için hemen soruyorum. Nerelisiniz?
-Baba Tarafı
Diyarbakır, anne tarafı Bulgaristan. Ben İstanbul’da doğdum büyüdüm ikisine de
yabancıyım. Diyarbakır’ a da neredeyse dört kere gittim hepsi de yakın
zamanlarda. Ben doğma büyüme İstanbulluyum ama nüfusumda Diyarbakır olarak yazıyor. Kürtçe bilmiyorum ne
yazık ki. Bir kuşağın sonrası çocukları olduğumuz için ve bu kuşağın çok gözü
korkutulan insanlarının çocukları olduğumuz için Kürtçeyi bilmiyorum ama köyüme
gittim. Halamla, büyük halamla, amcamla falan tanıştım. Çoğu çocuk beni turist
zannetti hatta, şapkam, gözlüğüm, fotoğraf makinem ile (gülüyor) İngilizce
falan konuştular, dedim ben Diyarbakırlıyım. İnanmadılar. Köken bu.
Eğitim? Yine bir bilgi kirliliği var
internette.
-99 girişli-2003
çıkışlı Mimar Sinan Devlet Konservatuarı mezunuyum. Hemen ardından Bahçeşehir Üniversitesi Yüksek Lisans var,
İleri Oyunculuğun ilk açıldığı sene girdim. 2 sene yaptım Eğitimim bu.
Peki neden yüksek lisans yapmayı
istediniz? Akademik olarak da bir oyuncu kendini desteklemeli mi?
-Bu konuda biraz tatmin edici bir cevap olmayabilir ama Yüksek
lisans getirilerine hakim değildim.Neye yaracağına bilmeden aslında girdim. Ben
yararları değil de daha çok hocaları ile ilgiliydim o dönem. Haluk Bilginer ile
akademik bir şekilde ders görme şansı vardı. Ezel Akay ile kamera önü oyunculuk
dersi vardı ki kendisi çok sevdiğim yönetmenlerden biridir. Yaptığı işleri çok
büyük bir hazla izliyorum. Demet Akbağ komedi hamuru için bir oyunculuk dersi
veriyordu haftada dört saat. Böyle hocalar beni çekti o bölüme. İşin derinine,
kuyunun dibine inmek için bu bölüme girdim. Akademik boyutu ile çok
ilgilenmedim.
-Peki
Selçuk Aydemir ile yollarınız nasıl kesişti?
-Çok komik. Ben işsiz güçsüz bir oyuncuyum o zamanlar, Tv’den
bahsediyorum, iyice umutlarımın kaybolduğu bir dönem, tiyatro yapmaya devam
ediyorum, biraz da piyasanın koşullarını çok iyi bilmeyen hala da bulaşmak
istemediğim bir devran dönüyor orada, ona çok bulaşmak istemem ama o dönem
iyice de uzağım bu bahsettiğimiz İşler Güçler öncesi, dört sene önce yani.
Diziye yeni girecek bir karakter için odiyşın vardı, gelen odiyşın parçasına
baktım. Çok ilginç. Çok oynamak istedim. O kadar güzel kıvrak bir dille
yazılmıştı ki. Gördüğüm şeylere benzemiyordu, gerçekten hiç benzemiyordu.
Deneme parçası geldi 3 sayfa, o dönem Tv ile hiç alakam yok, diziyle de ilgili
değilim sonra oturup açtım neymiş bu İşler Güçler diye ilk bölümden izlemeye
başladım. Deliler ya!(Gülüyor)Komedinin bambaşka bir boyutunu yakalamışlar.
Aynı dünyaya farklı pencerelerden bakan delilerin işi. Sonra odiyşına gittim
bir arkadaşımı da götürdüm. 1 telefonla konuşma sahnesiydi. Telefonun karşı
seslerini benim arkadaşım verdi, kameranın arkasından sağolsun. Ben de
kameranın önünde istediğim gibi eğlendim. Klasik bildiğimiz odiyşınlar gibi
değildi. Aynı şeyin 9 farklı versiyonunu yaptık.Eğlendim. Selçuk’da bu
eğlenceyi gördü. Sonrası da onun bakış açısından anlatayım, izlemiş ve a bu
bizim Barış demiş. Biz Selçukla Süleyman Nazif Lisesi’nde beraber okumuşuz. Ben
o zaman hatırlamıyorum bunu. O teknik lisede, daha akıllıların, usluların
olduğu yerde biz devlet lisesi tarafında daha itilmiş, kakılmış, daha böyle
hayatı Cengiz Kurtoğlu, sigarası olan var mı kısmında takılan liselileriz. Ben
1 oyun oynamışım lisede saçma sapan bir muhtar rolü. Edebiyat hocam bu işe başlamam
nedenlerimden biri, ben bilmiyordum bu işin bir okulu olduğunu. Duyunca çok
şaşırdım, bunun üniversite bazında olduğunu duyunca. Çıkmadan önce hocama dedim
ki “ ben istediklerimi yapabilir miyim?”
Salon da çok kalabalık, insanları güldürmeyi çok severim. Oyun da çok
dandik bir oyun, komedi yapabilir miyim dedim. Hocam da “yap oğlum” dedi. Ben
sahneye çıktım eğlendim. İzleyenler arasında Selçuk’da varmış. Öyle tanıştık.
Dedi sonra “ Sen beni hatırladın mı Süleyma Nazif’ten?” diye, dedim hiç hatırlamadım.
İşler Güçler de çok güzel bir uyumumuz oldu Selçuk’la ki hala da devam
ediyoruz, kendisi de çok güzel fikirler verdi bana hep. İyi ki de tuttu.
Arkadaş bazında. Bunların hiçbirini iş olarak görmüyorum! Benim için arkadaşlık
biriktirmek gibi bir şey.
O zaman siz nasıl buluyorsunuz
Türkiye’de Tv’de ki komediyi diye sorayım?
-Hep uzaktım bu piyasadan ama 4 sene içerisinde tekrardan girdim.
Çok yönlü de düşünmeye başlıyorsun o zaman. Yapımcı ya da kanal sana 1 şey
dayatıyor, diyor ki 120 dakika olacak.Bu çok kötü bir şey yaratım süresince.
120 dakika olan bir şey sürer, uzar, gevşemeye başlar kalitesini yitirir. Ama
60 dakika daha konsantre ve sıkı bir iştir. Farkettiysen sadece matematiğinden
bahsediyorum ama bu bile işin içeriğini o kadar etkiliyor ki, dünya üzerindeki
örnek işlere bakarsan 35 dk, en uzun 55 dk ki o da 6 ay hazırlanmak sonraki 6
ay çekiliyor falan böyle. Sadece teknik şeyden bile içerik değişebiliyor.
Komedi bazında da ben Türkiye’nin bir
batağa saplanmış olduğunu düşünüyordum. Bir algı batağına. Bir yer de kalmış
gibiydi komedinin nabzı. Mesela Cem Yılmaz da bence Türkiye’nin bu komedi
algısını ilk çalkalayan, kıran adamlardan biridir. Katkısı çoktur.
Karikatüristler var işte çok güzel, Umut Sarıkaya, Yiğit Özgür’ de komedi
algısını pataklayanlardan. Bu bayrak da böyle sanırım elden ele dolaşıyor, bir
sıçrama yapması gerekiyordu ve bir anlayış sıçrama yaptı Selçuk Aydemir ile
beraber. Onların yeteneği ve zekası ile sıçradı.
-Dün son bölüm
son sahneyi çektik. Neredeyse üzülmedik. Kardeşim görüşürüz nasıl olsa dedik.
Bizim için yeni bir iş gibi. O kadar çok günü saati değişmesine rağmen
reytingler iyi. Bile isteye bitiriliyor iyi giden bir şey, seyircinin sahip
çıktığı bir iş. Ama buluşacağız diyoruz.
Lütfen buluşun da. Genel bir soru
soracağım, Türkiye’de oyuncular fiziki çirkinleşmekten korkuyor gibi geliyor
bana. Kardeş Payı gibi yapımlar bunu da aştı gerçi. Ama toplumun genelinde de
hakim olan herkes aynı olsun dayatması, herkes iskelet olacak, yaz geliyor
sıfır beden, baklava, kaslar bunlar artık duymaktan yorulduğumuz dayatmalar. Bu
dayatmalar dizilerde de dayatılıyor izleyiciye, hatta oradan topluma geçiyor.
Estetik olmasa da herkes kas ve sıfır beden yığınına katılacak. Bir oyuncunun
bundan korkmasını nasıl buluyorsunuz, aman kilo almayayım çirkinleşmeyeyim…
-Çok güzel bir mavrayı, keyfi kaçırıyorlar
derim. Çok daha rahat bir yer var ki, oyuncu çirkinleşebilmeli, pisleşebilmeli,
oyuncu kendini bozabilmeli. Çirkin olmak dünyanın en güzel şeyi. Hele doğru
ekip, doğru buluşma ile çok güzel. Benim de var canım öyle dertlerim
Kimin yok ki artık çevremiz de...
-Ama neden koca yazı kaçırayım. Ucuzundan bir
2. El motosiklet alsam, maxi scooter falan, onla böyle gidelim gezelim, benim
hayallerim bunlara dair yaz diyince. Yoksa bana ne baklava yapmakla koca yazı
niye kaçırayım. Oyunculuk içinde geçerli bu niye kaçırayım önümdeki fırsatı.
Kaşım ve gözüm için.
Katılmamak elde değil. Şimdi biraz da
size özel sorularım var, Oyun Atölyesindeki performanslarınız aynen bu oyun gibi -Köpek,Kadın,Erkek’ teki gibi
hala konuşulmakta. Peki Barış Yıldız’ın izlemekten keyif aldığı performanslar
neler?
-Bir hafıza çaresiziyim. (düşünüyor) Şu an da
biz bunları konuşurken yan salonda Çağlar Çorumlu sahnede. Bir ateş topu Çağlar
sahnede, onu izlemek müthiş bir keyif.Tehlikeli Oyunlar’ı izledim yakın zaman
da, Erdem müthiş,
Aa evet ben de izlemiştim, gerçekten
çok güzel bir performans sergiliyor o oyunda Erdem Şenocak…
-Aynen, Erdem Şenocak ya, o da öyle
bir delilik ya. Var daha da, Allahtan da var, olsun da, sinemada da çok
sevdiğim oyuncular var, bir sürü oyuncu var.
Peki oyuna gelelim. Oyunda bir sürü
replik tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne, köpek sağolsun… Köpek,Kadın,Erkek teki
gibi köpekler olsa hayatımızda belki oyundaki replikteki gibi yanlış
hayatlarımızı doğru yaşamaya zorlamayacağız .
-Tüm samimiyetimle söylüyorum,
gelişime ya da değişime inanmasak bu işi yapmazdım zaten. Yoksa kendi kendimize
eğlenir dururduk. Akan ve ilerleyen bir şey. Bir farkındalık perdesi açılsın
diye, minicik bir baloncuk daha açılsın diye her şey. Ben Barış olarak, Caner
(Cindoruk) kendi olarak geldiğinde gözlerimiz çok açıktı. “Aaa bu 22. Sayfa
beni anlatıyor” dedik mesela. Yani kendimizle örtüşdü. Oyuna daha rahat adapte
edebildim kendimi. Oyuna gelebilenler için de bir köpek var hayatlarında bir
saatliğine şahit olabilecekleri. Ve insanlar garip şekilde kabul görmeye de
başladı, gelen herkesin köpeğiyim(gülüyor) gönlümüz açık gelen herkesin kulu
köpeğiyiz (gülüyor) Bir saatliğine onların köpeği olmaya razıyım ben.
Kadro nasıl bir araya geldi?
-Burada süreç şöyle işliyor yaz
dönemine girdiğimizde bir tatil yapıyoruz 15-20 gün, dönüyoruz, yeni oyunlar ne
olur, oyun araştırma süresi, sonra oyun üzerine konuşuyoruz teknik süreç bu.
Onun haricinde Zamire (Zeynep Kasapoğlu) ile Kemal Abi’nin (Aydoğan; Yönt.)
önceden bir tanışıklığı vardı, Zamire ile tanışmamız öyle, Caner’i (Cindoruk)
zaten biliyordum Oyunculuk Atölyesi’nden beri. Birkaç kişi denendi olur mu
falan diye. Öyle. Sonra da provalara başladık 1.5 prova süresi masa başı falan
da dahil. Öyle yani.
Peki neler izlersiniz?
-giderek daha fazla izliyorum. Babamın
uyarısı o da, ben izlemem derken babam “ Oğlum senin işin bu” dedi, o zaman ben
de bir şey patladı. Evet doğru dedim. Uğraştığım şeyle daha çok ilgilenmem
lazım dedim ve izledim. Derdi olan her şeyi severim, bu derdi kıvraklıkla
anlatan her şeyi severim. Yakın zaman da üzüldüğüm akıbetini bilmediğim Beş
Kardeş çok sevdiğim işlerden biriydi. Sinemada da yeni çıkan her şeyi takip
etmeye çalışıyorum. Burada (Moda Sahnesi) başka sinema diye bir şansımız var.
Boşta kaldıkça onlara gideyim diye değerlendiriyorum.
O zaman bir de en son ne okudunuz diye
sorayım?
-Bir öğrencim İhsan Oktay Anar’ın
Puslu Kıtalar Atlası’nın resimlisini gönderdi. Zaten sevdiğim bir kitaptı,
hemen onu da okudum. Onun dışında Kemal Abi( Aydoğan, Yönt. )ile bir iddamız
vardı oradan aldığım, beş tane kitap hediye etti. Bir de Selçuk Aydemir’in
hocamızın kitabı var, Mahalleden Arkadaşlar’ı okudum. Yarında uçak bileti aldım
Akyaka’ya gideceğim annemin yanına,
yanıma 2-3 kitap aldım, artık onları da orada okurum.
Çok teşekkür ediyorum tüm samimiyetin
için, senin eklemek istediğin son bir şey var mı?
-(düşünüyor) Yok, keyifle yaşasın
herkes.
Karsı Komsunun Kızı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder