Dobra
edebiyat, dobra bir yazar
“Bana ayna olacak kitaplar lazım…”
Evet bana ayna olsun birkaç kitap derken, her
zaman bir anlam aramak ya da samimi olmayan düşünceler için de ana fikir
çıkartmaktan yorulmuşken, bazı kitaplar sadece benim yaptığım sıradan şeyleri
de anlatabilir dediğim anlarda bir yayınevi ile tanıştım. Bir yayınevi düşünün
kafanıza göre yaratıcılığınızı sergilediğiniz, sözlerin yazıyla buluşmasında
hangi kelimelerin seçildiğinin çok önemli olmadığı, doğal, ağdasız yazan-çizen
insanların kitaplarının basıldığı… Size ibret verici ya da dramatik bir hikaye
değil de sizin yaşadığınız ya da yaşama ihtimalinizin çok yüksek olduğu sıradan
olayları, arkadaşlarınızın da yaptığı espriler ile, yeri gelip çarpıcı bir
küfürle, yeri gelip sizi sarsıcı bir anının sayfalarca önünüze serildiği bir
kitaplar basıyor. Kimsenin tekelinde olmayan bir anlatımın, yazmanın varlığını
bize kanıtlayan, kuralları delen geçen, alışılmış roman kafasından sizi
çıkaran, kitap okumayı sevmeyen bir insanın bile eline alıp, okuma ihtimalini
kafasında canlandıran kitaplar bunlar.
Sizi bilmem ama bence edebiyat dünyasına böyle
bir soluk çoktan gerekiyordu. Okumayı ve kitap okumayı sevmenin, ağır,
entelektüel anlatımı olan, alt metni sağlam(!) kitapları okumak ve bunlar
üzerine fikir alışverişine girmek olduğu sanılan bir toplum da bu yayınevinin
yaptığı bir devrim bence! Çok keyifli ve tekeli herkese ait olan bir devrim.
Yazmak ve anlatmanın hatta en önemlisi paylaşmanın kimsenin tekelinde
olmadığını, herkesin yazacak ve bunu kalıpların dışına çıkarak da yapabilecek,
içinden geldiği gibi anlatabilecek,belirli kurgu ve hikayelere sıkışıp kalmadan
da özgürce yazılıp çizilebileceğini kanıtlamış, edebiyat dünyasının nefes alma
terası olan bir yayınevi Okuyan Us yayınları…
Ne zaman içim sıkılsa ya da okuduğum bazı
belirli kurgulara hapsolmuş kitaplara ara vermek, kafamı boşaltmak istesem elim
Okuyan Us yayınlarının bir serisi olan Dizüstü Edebiyat yayına gider. Bence bir
yere kadar, aynı yazarların, hemen hemen benzer anlatımlı, benzer aşk ya da
ibretlik hikayelerini roman adı altında okuyabilmek ya da bir yere kadar yine, benzer
kahramanları kendi hayat görüşlerini dikte ederek yazdıkları hikayelerini
okumaktan zevk alabilmek…
Farklılık, alışılmışın dışına çıkmak
insanoğluna hep kırılması zor zincirleri anımsatsa da, bu farklılığa
bulaşmamakta korkaklık bence. Okumayı seviyorum diyen her insanın, sevmese dahi
eleştirebilmesi için, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaması için elinin
altına her geçeni okuması ve basın dünyasında ki değişiklikleri, yenilikleri
takip etmesi gerektiğini düşünürüm hep. Aksi takdirde karşımda ki istediği
kadar iyi bir okuyucu olduğunu iddia etsin, bağnaz bir okuyucudur gözümde. Bağnaz
okuyucu korkaktır. Kendi düşünceleri dışında bir şeyle karşılaşmaktan hep
korkar. Onu kabullenmez ve okurken daima yargılar. Bu edebiyatı besleyen en
önemli noktaya; eleştiriye ket vurmaktır. Sağlıksızdır.
Okuyan Us, 1997 yılından beri bu
bağnazlığa son vermek istemiş, psikiyatri, sinema, fotoğraf, tarih, felsefe,
şiir, anı, mizah, gezi alanlarında 200’ü aşkın kitap yayınlamış, 300 aşkın
yazar ve sanatçının eserlerine bünyesinde yer vermiş bir yayınevi. Bunlar
arasında kimler mi var? Samuel P. Huntington, Jacques Attali, Saul
Bellow, Rollo May, Viktor Frankl, Carl Rogers, Cem Mumcu, Vamık Volkan, Leyla
Erbil, Frédéric Barbier, Catherine Bertho
Lavenir, Glen O. Gabbard, Christopher Vogler, Melissa P., Andrew Solomon, Max
Gallo, Kate Atkinson, André Bazin, J.R.R Tolkien, Carl G. Jung… Hepsi dünyaca
ünlü, alanlarında uzman ve birikimleri dünyaca kanıtlanmış isimler… Bir çoğunun
çeşitli çevirilerini Okuyan Us sayesinde keşfeden bir okur kitlesi mevcut.
Yıllar ilerledikçe, çağa kendi çizgisinde ayak uyduran bir oluşum oldu.
Edebiyat dünyasına adım atarken alternatif bir edebiyat dil yaratma hedefini
gerçekleştirerek hem okuyucu kitlesini, hem
kendi içinde geliştirdiği türlerini genişleterek
yerini sağlamlaştırdı.
Bu farklı oluşum yeniliklere doymadı ve Türk blogger’larının sevilen ve kendine
özgü dili olanlarından seçtiği yazarları ile, onların hikayelerini bizlerle
buluşturan Dizüstü Edebiyat serisini çıkarttı. Bu seri sayesinde birbirinden
başarılı bir çok isimle bizi tanıştırdılar. Sıfırdan bir işti bu. Ne trendse
onun telifini alıp yayınlamıyorlardı, onlar kendi trendlerini belirliyor ve
aradıkları saflıkta yazan yeni isimlere belki de hayallerinde bile olmayan bir
fırsatı gerçekleştirme imkanı
sunuyorlardı. Yayınevinin ve Dizüstü edebiyat serisinin kurucusu Cem Mumcu bir
röportajında bir cümle ile özetliyor aslında Okuyan Us’un çizgisini; “ Hayat
aktıkça, kitaplar da değişecek ve dönüşecekler.” diyor. Cem Mumcu’nun edebiyat
dünyasına olan bu katkısı göz ardı edilemeyecek bir çığ artık. Keyifli bir
soluk, çok tanıdık hikayelerin “bizce” yazılmış, komik, hayatın içinden
olaylarla dolu anılarını okumak da mümkün, bir şizofrenin tedavi sürecini,
psikiyatri okumayan birinin, işin uzmanından akıcı bir dille okuması da mümkün. (Örnek kitap için
bknz; Vamık D. Volkan, Atlarla Yaşayan Kadın, Okuyan Us yayınları) Kısacası
Okuyan Us bize yazmada ve anlatmada her şeyin mümkün olabileceğini, paylaşmanın
edebiyatın temeli olup kimseye ait olmadığını kanıtladı. Alttan alta özgürlüğümüzün bu kadar kısıtlandığı bir
toplumda böyle güzel oluşumlar görmek, sansürün
normal bir şey gibi gösterilmek istenildiği bir toplumda, sansürün asla
yer almadığı, her şeyin dile getirilebildiği bir platformun varlığını bilmek,
hele de bunun edebiyatın içinde varolduğunu bilmek beni çok fazla mutlu edip,
umut ve huzur veriyor, bir deyimle kafamı açıyor.
İşte şimdi bu güzel oluşumun içindeki
en favori yazarım olan Angutyus yani Fatih Akdere ile tanıştıracağım sizi. O
önce sözlükçülerin favori yazarı olmuştu, girdiği entrylerle herkesi ekrana
kitleyip, sayfalarca entry okutuyordu sonra da “Bir Apaçi Masalı” serisi ile on
binleri kitaplarına kitledi. Bir Apaçi Masalı serisinin 4. Kitabı geçtiğimiz
aylarda çıktı. Araya bir de filmlere senaryo olacak müthiş kurgulu “Fedai” yi
kattı. Absürd bir dili vardı ve bilinen apaçi kavramını yıktı geçti. Bize kendi
hayatını anlatırken, kendi dilini yaratmıştı. Serinin 5. Kitabı yolda, yazımı
tamamlanmış, kemik okuyucu kitlesi pür dikkat yayınevinin ağzından çıkacak
basım tarihini bekliyor. Bir de Angutyus elinden çıkmış senaryolu filmleri
tabi. İlk günden beri Angutyus’un yeri ayrıydı, son zamanlarda hiçbir yazar
bana bu kadar gerçekçi anlatmıyordu hayatı ya da yeri geldiğinde sertçe yüzüme
vurmuyordu yaptığım hataları bir o kadar yaptığım iyilikleri de hatırlatmıyordu. O bize hep görmezlikten
gelinmiş hayatların hikayelerini anlattı, kendi burnumuzun büyüklüğünden
göremediğimiz hayatların gerçeklerini. Küfür de ediyordu, bilinçli yapmasa da
delice güldürüyordu da. Bize modern acımasız bir masal anlattı. Hala Angutyus
ile tanışmamış olanlarınız varsa bu güzel insanla yaptığım röportaj belki size
onu biraz anlatır da en yakın kitapıdan “Bir Apaçi Masalı 1” i alarak bu adamla
sizde yakından tanışırsınız. Ben çok keyif aldığım bu röportajda bu adamın
doğallığına bir kez daha hayran oldum. Samimi yaklaşımı ile tüm yoğunlu arasında
bu röportajı hızlıca yapmamızı sağlayan değişmeyen, değişmeyecek bir adam o. Ya
insan geri dönmez, araya birilerini sokar, ya da geç döner,olmadı mesafeli cevaplar verir, istediğinizde
ulaşamazsınız, sizi arada tersler hatta böyle insanlar… Yok yok hiç biri yok!
Bu insan göremeyeceğiniz kadar kendi ile hayatı ile barışık, dürüst, yalansız
dolansız dobra bir adam! İşte karşınızda Fatih Akdere namı değer Angutyus…

-Öncelikle merhaba Fatih, ilk olarak bilmeyenler için sözlük
günlerini merak ediyoruz? 5 bin entryli o meşhur giriyi ben ve benim gibi sıkı
okuyucuların biliyoruz ama Angutyus’un nasıl
insanları daha o günlerde kendine bağımlı yaptığını bilmeyenler muhakkak
vardır?
Merhaba..
İnternet ile tanışmamın çok uzun bir mazisi yok aslında.
Türkiye’ye döndükten sonra epey çalkantılı ve gel gitleri bol bir yaşam ve
biraz sakinlik ile başladı. Kendi iş yerimde önceleri sadece okuyarak başladı
internet macerası. Sonra sanal sözlükler çok ilgimi çekti. Bir çok konuda bir
çok farklı bakış açısı ve düşünce. Sevsenizde nefret etsenizde katılmasanızda
fikri olan her yaştan ve kafadan insanın kendisini ifade edebildiği bir yer
internet sözlükleri. İlk defasında toplu yazar alımlarında ekşi sözlükte
yazmaya çalıştım. Uzun süre yurt dışı macerası ve yazma konusunda herhangi bir
eğitimim olmaması nedeni oldukça çekinerek sadece mesleki birikimlerimi
paylaştım. Uzun süre aşcılık, barmenlik ve garson olarak epey de ülke dolaşınca
yemek yapmak, kokteyller gezdiğim gördüğüm yerler falan anlatıyordum ama sözlük
formatı çok sert olduğu için oldukça dikkat etmeye çalışarak. Sonra toplamda
doksan kadar yazar ile birlikte inci sözlüğün ilk temellerini beraber attık.
Oldukça kaliteli, espirili ve ciddi anlamda çok zeki adamlardı. İnci sözlük de
yazım formatı gibi bir dert olmadığı için çok daha kolay ifade edebildim
kendimi ve bir gece anlatmaya başladım. Oldukça kuralsız, programsız sonrasında
devam etti. Kimse okusun diye yazmaya başlamadım. Öylesine kendi kendim ile
dertleşiyordum sanırım. Yaşadıklarımı, hatalarımı ve bulaştığım işleri o güne
kadar ailem ve en yakın dostlarım ile bile paylaşmamıştım. Bir nickin arkasında
kimliğimi saklayarak anlatmak kolay geldi sanırım.
-“Yazar değilim, muhabbet adamıyım” demişsin bir
röportajında ama sen uzun zamandır aranan bir kan gibi yazım dünyasında adını
çok iyi bir “yazar-çizer” olarak kazıdın. Hala “yazar değilim” diyor musun?
Diyorsan kendini edebiyat dünyasında nasıl tanımlıyorsun?
Evet birçok defa söyledim bunu ama artık sadece
yaşadıklarımı değil kurgu da yapabildiğimi öğrendim. Fedai apaçi masalından
bağımsız bir roman ayrıca kot kumlama işcileri ile ilgili bir roman hazır şu
anda. Önceki gibi pek muhabbet etmiyorum. Birkaç senaryo da var. Kurgu yaparak
yazmak muhteşem bir duygu. Yarattığınız karakterlerin kaderini çiziyorsunuz.
İnsanın kendi hatıralarını anlatması çok kolay değil aslında. Elimden
vgeldiğince kendime oto sansür uyguluyorum kişilerin ve yaşananların tüm
mahremiyetini ortaya dökmek etik bir davranış değil. Yaazarken çok zorlandığım
anlar oluyor. Ama kurgu öyle değil tamamen hayal gücünüzü ve yaşadıklarınızı
bir kılıfa uydurabiliyorsunuz. Artık pek muhabbet adamı da değilim sanırım.
Metin üstündağ abinin dümende olduğu aylık ‘’ot’’ dergide küçük öyküler ve
çevremde gördüklerimi yazıyorum. Kadınların katledildiği, çocukların tecavüze
uğradığı, öğrencilerin emeklerinin çalındığı, gençlerin sopalar ile linç
edildiği bir ülkede muhabbet adamı olmak ya da sadece goygoy yapmak okuyanlara,
takip edenlere büyük bir haksızlıktır bana göre. O yüzden artık dilim
döndüğünce şahit olduğum çarpıklıkları yazıyorum. Benim yazar olmam pek önemli
değil bana göre. İlla ki bir etiket taşımak gerektiğine inanmıyorum. İsteyen
istediği gibi görebilir. Pek takmam ben öyle şeyleri.
-Angutyus kimleri / neleri okur peki, kimleri sıkı takip
eder?
Yazmaya başlamadan önce deli gibi okurdum. Ne bulursam
okudurdum. Daha çok benim duymak istediklerimi söyleyenleri değil beni rahatsız
edenleri okurdum. Yazmaya başladıktan sonra azaldı. Roman, edebiyat ve şiir ile
pek aram yok. Daha çok siyasi, politik, komplo teorileri, tarih ve mitoloji en
sevdiklerim. Bir de araştırmalar. Sadece yazar olarak değil insan olrak da çok
sevdiğim aziz nesin, uğur mumcu, yaşar kemal gibi büyük ustaları okurum. Sıkı
takip ettiğim herhangi birisi yok. Dediğim gibi farklı pencerelerden bakmayı
seviyorum. Benim duymak istediklerimi bana söyleyenler ile bir ömür geçmez. Ama
illa takip ettiğim kişiler karıkatürist ve mizahcılarımız. Ülke de her dönem en
büyük muhalefeti yapan, bir karede bize tokat veren mizahcılarımızı çok
seviyorum. Sırası ile gırgır-limon-leman ile başlayan mizah merakım hiçbir
zaman bitmedi. Herhangi bir isim veremem ama hepsini de çok seviyorum. Bence
ülkemizde çok yürekli, karekterli ve kalemini satmayan mizahcılarımız var.
Hepsi de çok değerli benim gözümde.
Ben kitaplarını okurken kendimi ansızın sesli gülerken
yakalıyorum. Angutyus’un bu samimi
mizahlı dili mi yoksa hayat hikayesi mi onu Angutyus yaptı Sence?
Aslında mizah yapmıyorum. Çocuk sayılabilecek bir yaşta
düştüm yollara. Beynim çok temizdi sanırım. Karanlıkta elini yaka yaka yolunu
bulan bir çocuk gibi ilerledi hayatım. Çok trajı komik olaylar yaşadım.
Yaşarken beni dehşete düşüren ama bugün hatırladığımda güldüren olaylar. Mizah
yapayım, komik olayım diye bir derdim de yok aslında. Ama mizahı çok seviyorum.
Bir iki tane de komedi senaryo üzerinde çalışıyorum. Ama ülkenin durumu belli.
Acı ve gözyaşları ile geçiyor ömür o yüzden fazla üzerine düşmüyorum komedinin.
Hayatım da pek komik değil di aslında. Düşünsenize binbir umut ile ingilter’ye
gidiyordunuz birinci haftada kıçınıza bir tekme sonrasında yaşayabileceğiniz en
pis hayat ve bir ton da dayak yiyorsunuz. Yani bunun neresi komik? Ben de bunu
anlamadım. Yazarken olabildiğince basit ve laf cambazlıklarından ağdalı
cümlelerden kaçınırım. Belki bu yüzden saf ve komik geliyor. Bir de o günleri
ben o yaş daki kafa yapım ile anlatmaya çalışıyorum. Hoş bugünlerimin o
günlerimden çok farklı düşüncelerimin çok değişik olduğu da su götürmez bir
gerçek. Seri ilerledikçe taşlar yerine oturur eminim.
-Angutyus çok samimi ve insanların toparlayıp
anlatamadıklarını “işte tam da buydu hissettiğim/yaşadığım” dedirten bir “hayat
anlatıcıs”ı, böyle diyorum sana çünkü herkes hayatını bu kadar dürüstçe yazmaya
cesaret edemez, anlatmaya bile, nasıl oluyor da edebiyatı şiiri sevmeyen
bunlarla çok da arası olmayan biri bu
kadar insanın içine dokunan cümlelerle yazabiliyor, hikayeler anlatıyor?
Birikmişliğin yetenek ile buluşması desek yalan olmaz bence, sence?
Bilemiyorum. O
yazmaya başladığım güne kadar bir defa mektup yazmış bir adam bile değilim.
Zaten edebiya falan hiç ilgim olmadı. Bir eğitimim de yok. Orta okul mezunu bir
adamım. Ama ben hep hizmet sektöründe çalıştım. İçinde para, alkol ve kadının
olduğu. Çok dertler dinledim çok olaylara şahit oldum. Birikti sanırım. Ankara
nın en sakat mahallesinde geçti çocukluğum. Sonrasında gün oldu sokaklarda
yattım gün oldu miami de plajlardaydım. Ankaranın batakhane pavyonlarında
komilik yaptım gün oldu dünyanın en lüks cruse gemilerinde çalıştım. Yani nasıl
anlatayım? Bir yere bağlı kalmadım sanırım. Zaten yazmıyorum anlatıyorum.
Klavyenin başına oturduğumda karşımda ekran değil de muhabbet ettiğim insanları
hayal ediyorum. Onlara anlatıyorum. Londra’nın yağmurlarını ya da buckingham
sarayını herkes bilir ama daltson daki afrikalı mültecilerin hayatı daha
ilginçtir. Ben bunları anlatıyorum. Yazdıktan sonra anlattıklarımı hiç kontrol
etmeden yayınevine ya da dergiye gönderirim mesala. Laf ağızdan bir defa çıkar
hesabı. Samimiyeti bozulsun istemem.imla hatalarını bile kontrol etmem mesala
Doğrusu yanlışı ile gider yazı. Bu arada allah editörlere sabır versin imla
hatalarından dolayı yakında delirmezlerse iyi.
Angutyus benim gibi İngiltere sever birini İngiltere’den
soğuttuJ
“Angutyus sevmemişse oraları bir bildiği vardır be” dedirttiJ Sadece hayat öyküsünün bir kısmını bildikleri
insan kitap bittiğinde onların abisi, arkadaşı oluyor birden, sıkı bir okur
kitleniz var her yaştan ve sınıftan, Angutyus oradan (yazar) bakınca okur
kitlesini nasıl tarif eder bize?
İngiltere’yi değil hiçbir yeri sevmedim ben. İngiltere den
sonra amerika’ya gittim sonra meksika, jamaica, karahipler, alaska , ispanya,
italya ve onlarca ülke. Ciddi anlamda dünyanın en güzel şehirlerini gördüm ama
sevemedim. Gidecek bir yer olduğunu bildiğim için sevemedim sanırım. En son
meksika-cozumel’e yerleşme planlarım vardı. Tam karar verdim belki
hatırlarsınız ‘’isabel’ isimli bir fırtına adayı yerlebir etti ben gitmeden bir
hafta önce ben de vaz geçtim ve türkiye’ye döndüm.
Okur kitlesi her yaştan insan var. Belirli bir kitlem yok. Bir
tarifi de yok. Söylediğim gibi ben oturur anlatırım. Dinlemek isteyen gelir.
Çok fazla eleştiri ya da tepki almıyorum. Okur kitlesi değil de ne bileyim ben
sanki oyun oynamak için bir ateş yakmışım kendi kendime ateşin etrafında
hoplayıp zıplarken çevrede ki çocuklarda oyuna katılıyor. Öyle işte.
Ülke de bilinen apaçi kavramını yıktınız, Bir Apaçi
Masalları nasıl kitap oldu? Her şeyi o eski kız arkadaşa mı borçluyuz yoksa
Angutyus kendi artık dayanamayıp yazmaya mı başladı? Var mı bunun bir hikayesi?
Eski kız arkadaşıma değil. Facebook,tweeter ve sanal
sözlüklerde otuz, kırk yaşına gelmiş kazık kadar insanların daha 13 ya da 15
yaşında ki çocukların saçları, giyimleri ve eğlence anlayışları ile dalga
geçmelerine borçluyuz. Düşünsenize eşek kadar adamlar, kadınlar ‘’hergün bir
apaçi’’ vs. Sayfalarında ki çocuklar ile alay ediyor onları aşalıyor. Bu neyin
kafası? Bu insanlar hiç mi çocuk olmadı? Bunlar nasıl bir düşüncenin ürünü? O
çocukların resimleri altında ki yorumları midem bulanarak okurdum. En sonunda
ekşi sözlük te ‘’bir apaçi masalı’’ olarak yazmaya başladım. Hiçbir kurgu
olmadan, anlık ve hergün. Sonra benim hikayeme döndü. Yazarken kitap teklifleri
gelmişti kabul etmedim. Hikayenin finalini yaptım ve dört ay kadar beklettim.
Sonrasında kitaplaştı ama tek kitap olması imkansızdı. Toplamda 7 kitap olacak
seri. Şu an da serinin 5. Kitabı bitmek üzere.
-Okuyan us yayınevi Türk Edebiyatı ve okurlar için çok güzel
bir soluk, nefes alma yeri oldu, sizin bu yayınevini seçmenizde bir sebep var
mı? Neden Okuyan Us?
Öncelikle okuyan us yazmanın, anlatmanın kimsenin tekelinde
olmadığını kanıtladı. Epey de eleştiri aldı. Düşünsenize birbirinden rezil ünlü
olma programları, saçma sapan evlilik ve yarışma programlarının bu kadar kolay
ünlü olabildiği bir ülkede soytarılık yapmaktansa yazarak, emek harcıyarak bir
yere gelmeye çalışan insanları epey aşağaladılar. Edebiyat bu değilmiş? Zaten
dizüstü edebiyat serisinde ki hiç bir yazar da ben edebiyat yapıyorum, dünya
tarihine yön veriyorum derdi olmadı. Sevgili cem mumcu’nun bir sözü geldi
aklıma. Kitap sadece edebiyat mıdır? Çok iyi bir çifçi de ‘nasıl domates
yetiştirilir’’ diye çok güzel bir kitap yazabilir. Bu kadar az okuyan ve telif
haklarının yerlerde süründüğü, korsanın desteklendiği bir ülkede yazarak bir yerlere
gelmeye çalışan bu insanlara büyük hakszlık yapılıyor bana göre.
Yayın evi olarak okuyan us biraz daha aile şirketi gibi.
Ciddi anlamda güzel güzel kavgamızı da ediyoruz muhabbetimizide, dertleşiyoruz
birbirimize ağzımıza geleni de söylüyoruz. İşci-patron gibi değil de daha çok
abi-kardeş gibi. Bana katkılarını inkar edemem. Çok şey öğrendim kendilerinden
ve yola beraber çıktık. Doğru dürüst türkçe yazamayan, yazarlık tecrübesi
olmayan bir adam ile büyük bir sabır ile uğraştılar ve güvendiler. Sadece ben
değil birçok yazar adayına da aynı şekilde. beraber birçok güzel ve kaliteli
işler yapacağımıza inanıyorum.
Angutyus hep çok cesaretli bence, daha küçük yaşlardan
itibaren her konuda çok cesaret gerektiren kararlar veriyor, bu cesaret yordu
mu Angutyus’u yoksa daha da mı kampçılıyor?
Cahil cesaretiydi sanırım. Çocuk aklınız ile pek
kormuyorsunuz kaybedek birşeyiniz olmayınca. Gelişine yaşıyorsunuz hayatı. Ama
benim durumum çk farklıydı. Hep çalıştım ben. Elim hep ekmek tuttu. Ekonomik
özgürlüğümü çok erken bir yaşta aldım ve kimselere minnet etmedim. Daha onbeş
yaşında kendi kendine yetebilen bir çocuğum beyin devreleri yanıyor hali ile.
Bugünlerim dfe geçmişten bir farkı yok. Öyle köşesine
çekilmiş huzurlu bir adam da değilim. Eskisi kadar gözüm kara olmasa da son beş
yılda yaşadıklarımdan bir seri çıkar. Ne bileyim seviyorum sanırım dibe
vurmaları ve dibine vurmaları. Hep öyle oldu. Bakın şimdi de yazarlık,
senaristlik başladı hiç hesap da yokken. Yeni bir dünya. Yorulmadım henüz halen
seviyorum karanlık arka sokakları ve oraların hikayelerini.
-Bunca yıldan sonra Alanya Angutyus için ne ifade ediyor?
Evden kaçıp ilk defa deniz gördüğümde ne ifade ediyorsa
şimdi de onu. Çok seviyorum bu küçük kasabayı. Büyük şehirlere göre çok daha
özgürsünüz. Kalabalıktan kaçaçak çok ıssız yer var burada. Her sabah yeni bir
yaşam sevinci ile uyanıyor ‘’tamam bu defa bitti. Çuvalladık’’ demeye kalmadan
masmavi akdeniz’e bakıp ‘’dur be! Daha yaşanacak çok şey’’ var diyerek hayata
sarılıyorum. Hayatımda verdiğim en eli yüzü düzgün kararlardan birisidir
alanya.
Angutyus ve kadınları var bir de, kadınlar ilham mı senin
için? Yoksa sorun kaynağı mı?
Kadınlar ne ilham kaynağım oldu ne sorunum oldu aslında.
Güzel canlılar. Yani biz erkeklere göre daha güzeller. Karşıma genel de çok iyi
kadınlar çıktı. Belki de bahanem oldular. ama hiçbirinden ilham da almadım
sorun olarak da görmedim. Senelerce avrupa ve amerika kültürü ile iç içe
yaşayında bizim ülkemize mahsuz arabesk tarzı bol ağlamalı, kahretmeli aşk meş
işleri biraz saçma geliyor. Güç yarışına girmeyi, mucadele etmeyi ve sefasını
sürmediğim bir ilişkini cefasını çekmeyi saçma buluyorum. İki insan
birbirlerinin hayatını renklendirmek için birliktelik yaşamalı. Olmuyorsa
zorlamamalı, yalama etmemeli ilişkilerini. Böylesi daha sağlıklı. Ama kadınsız
bir dünya gerçekten iğrenç olurdu onu biliyorum.
Her ne kadar anlatırsa anlatsın Angutyus’un da bir mahremi
var gibi hala, hep bir gizemli havanız var ve bir de daha anlatacak çok şeyiniz
var gibi. Angutyus için mahremiyet önemli midir, bu anlatılanlar arasında da
paylaşılmayanlar var mı?
Elbette mahremim var. Anlatmadığım hiçbir zaman
anlatmayacağım birçok yaşanmışlıklar var. Bir insanın hatıralarını satması
kolay birşey değil. Böyle bir niyetim de yoktu ama elimden geldiğince farklı
dünyaları anlatmak istedim sadece. Mesala ingiltere ya da norveç’in cennet
olduğunu sanan insanlar var. New york da hayat çok kolay sanan insanlar var. O
dünyaları anlatmak bir gün yolları düşerse yaşayacaklarna hazırlıklı olmalarını
istedim. Zaten anlattıklarımda öyle yatak muhabbeti, şu bu fazla mahremiyete
giren konular çok sınırlı. Kimi zaman üçüncü şahısların ve yerlerin de
isimlerini değiştiriyorum. Sadece benim değil benim ile yolu kesişenlerin de
mahremiyetine elimden geldiğince dikkat etmeye çalışıyorum.
Angutyus’un hayalleri arasında yazar olmak yoktu evet
ama iyi ki de oldu, şimdi memnun mu
Angutyus bu durumdani?
Bilmem. Hiç düşünmedim cidden sadece yazmak rahatlayor bir
terapi gibi. Bazen günde 12 saat aralıksız yazıyorum. Bir kitaba ya da
senaryoya başladığımda dünyadan kopuyorum. Bir nevi terapi gibi. Rahatlattığı
sürece, jkendimi iyi hisettiğim sürece de yazmaya devam ederim sanırım.
Sonrasını bilmiyorum şimdilik. Ama birgün oturup da ‘’acaba ne yazsam?’’ diye
düşünmeye başladığım anda da bırakırım. Olmuyorsa zorlayacağımı sanmıyorum.
Şimdilik bir sıkıntı yok ama yazmaya devam.
10 günlük İngiltere 10 yılı buldu, vatandaşlık teklif
ettiklerinde neden kabul etmedin?
Bir yere bağlı kalmak istemedim sadece. İngiltere de
yaşamayı isteseydim zaten çok kolaydı. Ya bir evlilik yapardım ya da siyasi
mülteci olurdum ki çok kolaydı. Sanırım kaçak yaşamak daha eğlenceliydi. İşi
kitabına uydurunca al benisi kalmıyor. Sadece ingiltere değil isteseydim
amerika vatandaşlığına da geçebilirdim. Ne bileyim? Hiç düşünmedim. Sadece
istamedim.
-Apaçi masalları ne kadar devam edecek, bizlere göre sonsuza
kadar devam edebilirJ
ama Angutyus’un farklı projeleri var mı? Son verecek mi Apaçi’ye? Fedai gibi
başka süper romanlarda yazacak mı?
Bir apaçi masalı toplamda 7 kitap olacak (şimdilik) son
yıllarda yaşadıklarımı, ilişkilerimi yazmak anlatmak istemiyorum. Sanırım
yazmaya başladığım geceye kadar devam edecek ve bitecek. Son yıllarda
yaşadıklarım da bana kalsın.
Bağımsız roman yazmak çok daha keyifli. Zaten fedai öyle bir
romandı. Bir de kot kumlama işcilerin hikayesi var. Fedai tarzında yazmak çok
keyifli yaşanmış olaylardan yola çıkarak anlatmak.
Bir de seri katil bir kadın polisin romanı var. Bir tane
komedi tarzı var. Ot dergi de her ay çıkan kısa öyküler var. Onlar ile devam
edeceğim. Bir apaçi masalı nı bitirmek zorundayım yarım bırakamam onlarca takip
eden okuyan var ama bana sorarsanız kurgu çok daha keyifli.
Fedai’yi okurken bir film sahnesi gibi geçti her satır, dedim kesin film olmalı
bu, keşke imkanım olsa Angutyus’a ben bu teklifi götürsemJ Nina’yı oynarım hem J Lenka filmde çok acı
çekecekJ
Evet senin böyle deli okurlarında var işteJ
Arif’in bir senaryoya aşırı uyacak bu hikayesi bir film olacak mı?
Fedai ve bir aapçi masalı film olacak. Görüşmeler devam
ediyor. Ama fedai henüz bitmedi. Böyle hayat hikayelerinde mutlu son pek olmaz.
Fedai’nin 2. Si mutlaka olacak. Ama roman mı olur, searyo mu olur bilmiyorum
şimdilik.
Angutyus’un izleyici olarak sinema ile ilgisi nasıl, neleri
izler?
Vurdulu kırdılı, üçanı öleni bol hollywood filmleri ile pek
alakam yok. Bağımsız ve küçük bütçeli filmleri seviyorum. Diziler ile hiç aram
yok. Bir de canım kardeşim, sultan, çiçek abbas, susuz yaz, yılanların öcü,
tomruk, tatar ramazan, yol,duvar,arkadaşım gibi yüzlerce defa seyretsem
bıkmayacağım filmlerim var. Yeni filmler ile pek aram yok. Daha çok klasik
filmleri izliyorum tekrar tekrar. Dirty harry serisi, the bad good and ugly,
the good fellas, the god father..
Biraz eski kafayım sinema ve müzik konusunda. Pop,rap,tecno
kesimlikle tahammül edemediğim türler mesala. Özay gönlüm, neşet ertaş, orhan
gencebay çok severim. Bir de ac/dc, rainbow, judas prites,iron madien, queen,
mötley crue vs. Klasik rock ve metal gruplar.. yeni hiçbir şeye tahammülüm yok sanırım.
Klasiklerden şaşmam. Bir filmi ya da bir şarkıyı onlarca defa dinler, izlerim.
Hayal kırıklığına uğratmıyorlar en azından.
-Angutyus’un takıntılı olduğu bir şeyler var mı bu hayatta?
Yoksa uzaktan göründüğü gibi genel olarak rahat bir insan mı hayata karşı?
İki tane takıntım var. Birincisi kısa saçlı kadınlar. Ne
bileyim takıntı işte. Kadınlara çok yakışıyor kısa saç. Bir diğeri de solak
olduğum için birsinin yanında yürürken ya da yatarken hep sol taraf da
olmalıyım. Başka bir takıntım yok. Çok rahatımdır.
Karsı komsunun Kızı