1 Temmuz 2015 Çarşamba

RENKLERDEN BAŞKA BİR ŞEYİMİZ YOKTU ÜSTÜMÜZDE

Henüz üzerinden 2-3 gün geçti büyük utancımın. 2-3 gün önce, 28 haziranda sene 2015’te Onur Yürüyüşüne destek olmaya Taksime gittim. Gördüklerimden sonra anca kendime gelebildim ve bilgisayarın karşısına oturdum. Bildiklerim, duyduklarım hep vardı da bu son gördüklerim bir şeyler yapman lazım, ses olman gerekirse çığlık olman lazım dedi. Ne yapabilirdim ben? Yazabilirdim. Nereden başlayıp yazacağımı şu an bile bilemiyorum.
Ben o gün çok başka şeyler hayal ederek Taksim’e gitmiştim. Birkaç arkadaşımla bulaşacak, sonra hep beraber yürüyecek, en son da mutlu mutlu bir yerlere hoş beş etmeye gidecektik. Ama daha  metro’dan çıkmam ile anlam veremediğim bir savunma ile karşı karşıya kaldım. Polis istiklale girişi barikatla tutmuş, bir adım atmaya dahi izin vermiyordu. Kısa süreli bir şoktan sonra kendime alternatif yollar aramaya başladım, o sırada arkadaşım aradı, onlar caddedeydi ve gaz atıldığını bir yere sığındıklarını söylediler. Bu sefer şokum daha büyüktü. Çünkü henüz yürüyüş bile başlamamıştı, ne gazı bu? Benim ara sokaklardan caddeye çıkış çabalarım yaklaşık 1 saat kadar sürdü. Her çıkış polislerle çevriliydi. “Bunu neden yapıyorsunuz?” dedim kimine,kimi cevap vermeden baktı, bazısı “emir” dedi, bazısı da benim namus bekçiliğime soyunup saçımdan ayakkabıma kadar beni süzdü. Hal böyle olunca polisimiz sayesinde yıllardır yaşadığım şehrin, en sık ziyaret ettiğim semtinin hiç görmediğim bir çok yerini görmüş oldum. Arkadaşlarımsa saatler önce gelip cadde de vakit geçirdikleri için İstiklal’e girebilen şanslılardan olarak bu küçük gezimize katılamamışlar, bu hoş(!) dakikalardan mahrum kalmışlardı. Yanlarına ulaştığımda cadde de şok içinde beni bekliyorlardı. Öyle tedirgin olmuştuk ki hepimiz. Anlam veremediğimiz bir kaos vardı. Amacımız yürüyüp dağılmakken, biz birden suçlu, tehlikeli ar damarı çatlamışlar olarak hedef gösteriliyorduk. Bu ülke de ölümlerin çok ucuz oluşundan ya kafamıza gaz kapsülü yersek diye 1 saattir tedirgince dostlarımızın yanına ulaşmaya çabalıyorduk. Oysa sadece, bu hayatta her zaman çirkin baskıları üzerlerinde hisseden, devamlı yargılanan ama hiç dinlenmek istenmeyen dostlarımızın şu tek günlerinde birkaç saati hayatlarının en eğlenceli saati yapmaya gelmiştik.
Ellerde sadece rengarenk bayraklar, başlarda renkli peruklar vardı. Renkten başka bir şey yoktu hiçbirimizin üzerinde. Ben kimsenin, bir başkasının inancına haketerini görmedim, duymadım da.

Bir zaman sonra şarkılar, keyifli sloganlarla uzaktan sesler gelmeye başladı. Yürüyüş başlamıştı. Biraz bekledik, kalabalığın arasına katıldık saldık kendimizi Tünel’e. O kadar güzeldi ki gördüklerim. Kimsenin kimseyi yargılamadığı, herkesin birbirine gülümsediği, eğlendiği bir kortej… Bunun için miydi tüm o caddeye çıkan yolların kesilmesi? Bu güzel barışçıl yürüyüş için…
Her güzel şeyin bir sonu olmalıydı tabi bu ülkede. Saldılar biber gazlarını üzerimize dağılınmadı diye. Dağılmaya vakit bırakıldı mı? Yine dinlendi mi? Hayır. Bizler ahlaksız, arsız, namussuz birkaç bin mahlukattık. Öldürülen, tecavüz edilen yüzlerce transı umursamayan sosyal medya ahlakçıları hazmedemediğini söylediler bu yürüyüşü. Binlerce kadın cinayetini, çocuk tecavüzlerini, bu tecavüz ve tacizcilerin iyi halden salınıvermesini, bakara makaracıları, yalanı, hırsızlığı, capcanlı yakılan insanları hazmeden ülkem eğlenceli, barışçıl yürüyüşü hazmedememişti. Doğu Türkistan dediler, yazık size dediler, insanlar öldürülürken nelerle uğraşıyorunuz dediler oysa unutmuşlardı  öldürülen onlarca transı ve eşcinseli.Ya da göz ardı etmişlerdi işin içinde din istismarı olmayan her şeye yaptıkları gibi.  Tüm bu ölümlere sesleri hiç çıkmayan ülkem, lut kavimi dedi yürüyüşe, insanlar öldürülüyor dedi. Burunları dibinde yaşanılan hayatları ittiler bir yere, yine “bizden-sizden” diye ayırdılar bizi. Yine hedef gösterdiler. Saygı duygumuzu yitirmiştik zaten de geri kazanmak için hiç çaba sarfetmiyorduk. Sosyal medya belden aşağı edepsiz söylemlerle yıkılıyordu. Bunları yazalar kendi edeplerini tartmıyordu hiç. Eminim. Riyakarlıklarından göremiyorlardı  kendilerini bence.
Yürüyüş başlamadan atılan gazlar devamında plastik mermiler ve başka gazlarla devam etti o günün gecesine kadar. Kimler yaralandı, dinlenmeden göz altına alındı. Kim bilir. Arkamızda yine bir enkaz bıraktık. Bir umut enkazı bir daha çok zor toparlanacak şekilde kaldı İstiklal’de. Kendi ülkeme karşı umudum çok azaldı, oysa bir çıkarsalardı gözlerinden o at gözlüklerini, bir de öyle baksalardı. Ama biz üretmemeyi, yargılamayı, ön yargıyı severiz toplumca. En doğrular bize önceden birileri tarafından verilmiştir ve asla başka doğrular yoktur hayatımızda ve biz böyle baktığımız sürece yaşama, daha çok umut enkazları bekler bizi.
Bu yazı yayınlanır mı  yayınlanmaz mı, bilemiyorum. Ama emin olduğum bir şey var ki ben birileri ile paylaşacağım bu yazıyı.  Çünkü o gün orada her şey çok güzel başlayıp bitebilirdi, ne güzel de yürümüştük, yine ne boşuna gaz yemiştik. Basın neden bazı şeyleri yine yeni yeniden çarpıtmıştı, çekip göstermemişti. Çocuk gelin sıralamasında Avrupa ikincisi olan, son 10 yılda cinsel istismara uğrayan çocuk sayısının 250 bine ulaştığı, çocuk tecavüzlerinin %986 arttığı, dini konularda, muhafazakarlıkta asla kendine laf ettirmeyen bir millette, bu yürüyüş mü “Genel Ahlakı” bozdu? Kapalı kapılar ardında çocuklarımızın çocukluğunun ellerinden alınmasının her yıl arttığı ülke de mi bu yürüyüş ahlakı bozdu? Kadınların tecavüze uğradıktan sonra “hak etmiştir o” diye paçavra muamelesi gördüğü bir ülkede mi genel ahlakı bozduk?


Daha da çok soru sorabilirim. Biz umut enkazının altından bu sefer de belki birlik ile kalkarız da, ya sonra, ya bir sonraki sene? Ülkem adına utanıyorum, insanlığım adına çok üzgünüm. Renklerden korkan bir ülkenin vatandaşıyım ve birey olarak renklerin hastasıyım. Bu sebeple nasıl nefes alır veririm bilmiyorum ama tüm renklerin önünde saygı ile eğiliyorum ve son cümlemdeki en baskın kelimem ağzımızdan düşmeyen HOŞGÖRÜ olsun istiyorum. Vicdanlarımızdan düşmemesi dileği ile.

Karşı Komsunun Kızı 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder